Sosyal Koruma Çalışma Notu

443

Hazırlayan: Agora Derneği Mülteci Hakları Komisyonu / Temmuz 2018  

 

e-mail: [email protected]

twitter: @agoradernegi

 

İnsan Hakkı Olarak Sosyal Güvenlik:

İnsan hakları sadece herhangi bir devletin vatandaşları bağlamında değil ayrım gözetmeksizin tüm insanların hakları olarak ele alınmaktadır. Vatandaşlar, mülteciler, sığınmacılar, göçmen işçiler ve yerinde edilmiş bireyler ve topluluklar arasında haklara sahip olma ve bu hakların sonuçlarından faydalanma açısından belirgin farklılıklar ortaya çıksa da genel olarak devletlerin kendi sınırları içinde yaşayan tüm insanlara bu hakları sağlamaları, dezavantajlı ve özel gereksinimli birey ve gruplara yönelik spesifik koruma mekanizmaları geliştirmeleri gerekmektedir. Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’nin 24. maddesi uyarınca devletler vatandaşlarının yanı sıra vatandaş olmayanların da sosyal güvenlik haklarını sağlamak zorundadırlar. 118 no’lu Muamele Eşitliği (Sosyal Güvenlik) Sözleşmesi de vatandaş olanlarla olmayanlara sosyal güvenlik konusunda eşit muamele yapılmasını temel alan ve göçmen işçilerin haklarını küresel bağlamda düzenleyen bir sözleşmedir.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi Genel Yorumlar No:14 uyarınca devletlerin tutuklu, hükümlü, azınlık, sığınmacı ve yasa dışı göçmenleri de kapsayacak biçimde herkesin önleyici, tedavi edici ve palyatif sağlık hizmetlerine erişim hakkını sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Yine aynı sözleşmenin 19 no’lu genel yorumu, sosyal güvenlik hakkını diğer insan haklarından faydalanmayı mümkün kılan bir hak olarak ortaya koymakta ve bu hakkın, sözleşmeden kaynaklanan haklarını tam anlamıyla kullanma olanağından yoksun kaldıkları durumlarla karşılaşan tüm insanların insan onurunun güvence altına alınması açısından temel önem taşıdığını vurgulamaktadır. Bu bağlamda sosyal güvenlik hakkı ekonomik, sosyal ve kültürel haklara erişimin ve aynı zamanda onurlu bir yaşamın temelidir.

Uzun yıllardır sosyal güvenlik hakkı ulusal bir düzlemde sadece formal sektörde çalışan ve vatandaşlık statüsü olan işçilerin erişebildiği bir hak olarak deneyimlenmiştir. ILO ve diğer uluslararası örgütlerin informal sektörün giderek daralacağına ve ortadan kalkacağına yönelik beklentileri gerçekleşmemiş ve kayıt dışı çalışma biçimleri giderek yaygınlaşmıştır. Bu nedenle kayıtdışı çalıştırılanların mikrosigortalar, sosyal destekler yoluyla minimum düzeyde de olsa kapsanması amacıyla sosyal koruma politikaları tartışılmaya başlanmıştır. 2001 yılındaki Uluslararası Çalışma Konferansı’ndan bu yana sosyal koruma kapsamındaki nüfusun arttırılması yönündeki çalışmalar beklenen düzeyde sonuç vermemiştir. Dünyada nüfusun çok önemli bir bölümü hala herhangi bir sosyal koruma programı kapsamında olmaksızın hayatta kalmaya çalışmakta ve oldukça kötü koşullarda çalışmaya zorlanmaktadır.

Sosyal Risk Yönetimi Enstrümanı Olarak Sosyal Koruma:

Sosyal koruma programları, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların en azından asgari düzeyde ve ayrım gözetmeksizin herkes için sağlanmasını hedefleyen programlardır ve bu programlar temelde yaşamak için gerekli olan minimum gelir, temel sağlık hizmetleri, barınma ve temel eğitimin garanti edilmesine dayanan sosyal koruma tabanı (social protection floor) anlayışı çerçevesinde şekillendirilmektedir. Ayrımcılığın önlenmesi ve belirli gruplara yönelik özel önlemlerin alınması ve bu yönde özel politikalar oluşturulması sosyal koruma programlarının temel ilkelerindendir.

Sosyal korumanın temel hedefi, insan onuruna uygun bir yaşam için vazgeçilemez olan hizmetlere erişimin herkes için güvence altına alınmasıdır ve ne yazık ki pek çok ülkede tüm tavsiye kararlarına ve politika önerilerine rağmen bu kapsamdaki hizmetler asgari düzeyin ötesine geçememiştir. Avrupa Komisyonu, sosyal riskler karşısında insanları korumak amacıyla tasarlanmış kolektif sistemlerin tümünü sosyal koruma olarak tanımlanmaktadır.

Komisyon bu kavramın sosyal güvenlikten daha geniş bir alanı kapsadığını belirtmektedir. Sosyal güvenlik sisteminde yer alan programların oluşturulması, finansmanı ve korumanın sunulması temelde devletin sorumluluğundadır ve finansman büyük ölçüde vergiler ve prim ödemelerinden sağlanır. Ancak ülkemizde ve pek çok diğer ülkede sosyal güvenlik sistemlerinin piyasa mantığı uyarınca yeniden düzenlenmesi sonucunda finansmandan hizmet sunumuna dek radikal değişimler ortaya çıkmıştır.

Sosyal koruma sisteminde hanehalkları, bireyler, sivil toplum örgütleri ve dahil olunan topluluklar da aktif bir işlev üstlenir. Şartlı nakit transferleri, kıtlık ve doğal afet yardımları, mikro sigorta, mikro kredi, gıda ile ilişkilendirilmiş çalışma programları, vatandaşlık ücreti veya yaşam ücreti, HIV önleme programları, tarımsal ürün destekleri gibi çok farklı nitelikte uygulama sosyal koruma içerisinde ele alınmaktadır. Bu bağlamda sosyal koruma, sosyal risk yönetimi anlayışının önemli bir enstrümanı olarak düşünülebilir.

Sosyal güvenceden yoksunluk, insanları yaşamları boyunca hastalık, yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal dışlamaya maruz bırakmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) “Dünya Sosyal Koruma Raporu 2017/19: Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini Gerçekleştirmek için Sosyal Koruma ” isimli raporunda sunulan yeni verilere göre, dünya nüfusunun %45’i en az bir sosyal yardım kapsamında bulunmakta ve %55’i oluşturan 4 milyar kişi ise herhangi bir sosyal güvenceden yoksun biçimde yaşamaktadır. Çoğu Afrika ve Asya’da olmak üzere, çocukların üçte ikisi, yani 1.3 milyar çocuk sosyal güvenlik kapsamı dışındadır. Kırsal bölhgelerde yaşayanların %56’sı sağlık sigortası kapsamı dışındadır. Ebola krizi gibi acil durumlar dahil olmak üzere, insan güvenliğini sağlamak için en az 10 milyon sağlık çalışanına daha ihtiyaç duyulmaktadır. Ağır engelli insanların yalnızca %27.8’i engelli yardımlarından faydalanırken yaşlılar ve annelere yönelik yardımların düzeyi bu grupları aşırı yoksulluktan kurtarmak için oldukça yetersizdir. Kemer sıkma politikaları ve genel olarak neoliberal politikalar doğrultusunda çocuklar, kadınlar, engelliler, yaşlılar için sosyal koruma düzeyi oldukça azalmış durumdadır.

Rapor, özellikle Afrika, Asya ve Arap devletlerinde, temel sosyal koruma tabanı sağlanması için sosyal güvence kapsamının genişletilmesinin, sosyal koruma alanında kamu harcamalarının artırılmasının ve kayıtdışı ekonomide yer alan işçilere yönelik sosyal koruma politikalarının oluşturulmasının sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesi açısından oldukça önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu çerçevede göçün kendisi açık bir sosyal koruma ihtiyacı beyanı olarak görülebilir.

Sosyal koruma programları kırılganlık/savunmasızlık durumuna bir yanıt olarak oluşturulmaktadır. Sürekli dolaşım halindeki ve/veya çıktığı ülkedeki sosyal güvenliğe ilişkin haklarını kaybetmiş mülteci/göçmen nüfus göz önünde bulundurulduğunda sosyal koruma programlarının işe yaraması açısından tüm bu süreksizliğe ve değişkenliğe uyum sağlayabilen programlar şekillendirilmesi gerektiği açıktır. Bu bağlamda sosyal güvenlik mekanizmalarının kapsamının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Sosyal güvenlik sistemleri genelllikle ulusal sınırlar içinde ve formal çalışma ilişkisi üzerinden oluşturulmuş ve merkezi otorite tarafından idare edilen sistemlerdir. Sistemin finasman kaynağı ve hizmetlerin finanse edilme biçimi, kapsama alınan nüfusun temel nitelikleri ve hedefler yönünden sosyal güvenlik sistemi ve sosyal koruma anlayışı birbirinden oldukça farklıdır. 90lı yıllarla birlikte tüm ülkelerde sosyal güvenlik sistemleri (ve sağlık sistemleri) önemli dönüşümler geçirmiş ve toplumsal ihtiyaçlara yanıt üretme kapasitelerinde önemli düşüşler kaydedilmiştir. Bu gerilemenin bir sonucu olarak toplumun en alttaki kesimlerinin hayata tutunmalarını garantileyecek özel önlemler oluşturulması ihtiyacı belirginleşmiştir. Bu bağlamda sosyal koruma adı altında toplayabileceğimiz çeşitli uygulamalar ya mevcut sosyal güvenlik sistemlerini destekleyecek biçimde ya da tümüyle bu sistemden bağımsız biçimde hayata geçirilmiştir. Hizmet çeşitliliği, hizmetlerin finanse ediliş biçimi, finansmanın özneleri, hizmet sürekliliği, kapsama alınan nüfusa ilişkin göstergeler gibi başlıklar açısından sosyal koruma politikalarını ulusal siyasal otoritenin yanında ya da dışında başka aktörlerin ve belirleyenlerin devreye girdiği oldukça farklı bir model olarak tarif etmek mümkündür.

Türkiye’de Sosyal Koruma Uygulamaları:

Türkiye’de sosyal koruma asıl olarak 2006 yılında Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası adı altında sağlık ve sosyal güvenlik alanında gerçekleştirilen dönüşüm ile birlikte tartışılmaya başlanmış, sosyal hizmetler ve bazı vakıflar bünyesinde kırılgan, engelli ve kırsal nüfusa yönelik destek programları yaygınlaştırılmış ve 2011 yılından itibaren Suriye’den Türkiye’ye yoğun bir göçün başlamasıyla asıl olarak mülteci meselesi üzerinden gündemleşmiştir.

Mülteci statüsü yasal çalışma hakkı, örgütlenme hakkı, kamusal hizmetlere ve desteklere erişim hakkı açısından görece daha korunaklı bir statüdür. Ancak sığınmacılar açısından mülteci statüsü elde edinceye kadar geçen süreç oldukça uzun ve hakları kullanma açısından son derece sorunludur. Pratikte, bir sığınmacının mülteci statüsü elde etmesi için yıllarca beklemesi ve bu süreçte kendisine sağlanan son derece kısıtlı haklarla hayatta kalması gerekmektedir.

Pek çok devlet giderek daha yüksek oranda “seçici” bir göçmen politikası izlemektedir, bu politikalar uyarınca daha eğitimli, daha çok ihtiyaç duyulan alanlarda deneyimli mülteciler ve göçmenler kabul edilirken, daha az kalifiye ve daha az eğitimli olanlar düzensiz göçe zorlanmaktadır. Yasal olmayan yollardan göç sonucunda da çok sayıda kişi sınır dışı edilme riski tehdidi altında oldukça kötü koşullarda hayatta kalmaya ve para kazanmaya çalışmaktadır.

Türkiye’de 26 Temmuz 2018 itibariyle kayıtlı yani geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sayısı 3.539.664 kişidir. Geçici koruma kapsamındakiler de yasal statü açısından mülteci olarak kabul edilmemektedir. 210.177 Suriyeli geçici barınma merkezlerinde (kamplarda) yaşarken geçici koruma kapsamındaki diğer Suriyeliler kamp dışında yaşamaktadır. Türkiye’de 3.5 milyondan fazla Suriyeli, 169 bin Afgan vatandaşı, 143 bin Irak vatandaşı, 35 bin İran vatandaşı, 4 bin 800 Somali vatandaşı ve 10 bin diğer ülkelerin vatandaşları olmak üzere toplam 3.9 milyon mülteci bulunmaktadır. Ancak bu kişiler yasal olarak mülteci statüsünde değildir.

Ülke genelinde tüm POS makineleri ve ATM’lerde kullanılabilen Kızılay Kart, Türkiye’de yürürlükte olan ve mültecilere yönelik en geniş kapsamlı sosyal koruma mekanizmasıdır. Kızılay Kart geçici ya da Uluslararası Koruma altında ve İnsani ikamet kapsamında yaşamakta olan yabancılara yönelik nakit temelli yardım aracıdır. Mayıs 2018 itibariyle Sosyal Uyum Yardımından (SUY) 1.345.128 kişiye (yani 231.288 haneye) aylık 120 TL nakit dağıtılmaktadır. 28 Kasım 2016 tarihinde başlatılan koruma programı kapsamında banka hesaplarına şimdiye dek 1891.7 milyon TL nakit yüklenmiştir. Kamp içi destek programlarından da 141.014 kişi, şartlı eğitim yardımından da (ŞEY) 272.031 kişi yararlanmaktadır. Okula devam eden ilköğretim düzeyindeki kız öğrencilere iki ayda bir 40 TL, erkek öğrencilere de 35 TL ödenmektedir. Lise düzeyinde de kız öğrencilere 60 TL, erkek öğrencilere 50 TL ödenmektedir. ŞEY Programı kapsamında 2018 yılı Mayıs ayı itibariyle altı ödeme döneminde yapılan toplam ödeme tutarı 121.782.030 TL’dir.

Yerlerinden edilmiş, ihtiyaç sahibi pek çok insana birey bazlı koruma yardımı da sağlanmaktadır. Çoğunlukla kronik hastalıktan, engelliler için materyal ihtiyacından, yetersiz beslenmenin neden olduğu gelişim bozukluğundan dolayı sıkıntılar yaşayan ailelerin/bireylerin ihtiyaçları tespit edilmekte ve bu kişilere gerekli yardımlar sağlanmaktadır. Pek çok sivil oplum örgütü, uluslararası organizasyonlar ve kamu kurumları aracılığıyla mülteci nüfusa psikososyal destek, sağlık hizmeti, eğitim hizmeti, sosyal hizmetler, mesleki eğitim ve yasal istihdam yaratma gibi başlıklarda destek sunulmaktadır. Bu hizmetlerin finansmanı ağırlıklı olarak uluslararası organizasyonlar tarafından sağlanmakta ve desteklerden belirli süreler boyunca belirli kriterleri taşıyan kişiler faydalandırılmaktadır. Bu bakımdan sosyal güvenlik sistemlerinin çalışma mantığı ile en kırılgan nüfusa yönelik sosyal koruma ve destek programlarının işleyiş biçimi arasında oldukça önemli farklılıklar bulunmaktadır. Sosyal korumayı toplumsal risk yönetimi anlayışı doğrultusunda oluşturulan destekler yelpazesi şeklinde tanımlayabiliriz.

Sosyal korumaya dair pek çok program çoğunlukla informal alana yöneliktir ve asıl olarak formal devlet desteğinden mahrum bırakılan kesimlerin desteklenmesi hedeflenmektedir. Mülteciler bağlamında, sosyal koruma programlarının ve yasal olmasa da çalışma imkanının varlığı bir yerden başka bir yere hareket ederken verilen kararlar açısından uzun dönemde belirleyici bir faktör olmaktadır. Zorla yerinden edilmiş topluluklar, göçmen işçiler, sığınmacılar ve en yoksul kesimler genel olarak sosyal güvenlik kapsamında olmadıklarından bu kesimler açısından koruma programları hayati önem taşımaktadır. Ulusal sınırlarla çerçevelenmemiş, formel iş bağı bulunanların dışındakileri de kapsayan ve hak temelli sosyal güvenlik anlayışının oluşturulabimesi için yasal statülerin (vatandaşlık, mültecilik vb.) yarattığı hiyerarşi ve sosyal politikaların belirlenmesinde ulusal sınırların belirleyiciliği öncelikli sorunlar olarak gündemleştirilmelidir.