Home Blog Page 2

Agora Derneği Stratejik Plan (Haziran 2019- Nisan 2021)

Bu belge, Agora Derneği’nin önümüzdeki 2 yıllık sürece yönelik önceliklendirilmiş çalışma alanlarının belirlenmesi, faaliyet planının oluşturulması, faaliyet planına yönelik işbirliği ve işbölümünün yapılması, bu iş bölümü doğrultusunda gerekli yetkilendirmelerin sağlanması amacıyla yönetim kurulu tarafından üyeler ve gönüllülerle birlikte hazırlanmıştır. Belirlenen alanlara yönelik stratejik hedeflere ulaşılabilmesi için dernek yönetiminin yanısıra ilgili komisyon üyeleri sorumlu ve yetkilidir.

Stratejik planda belirtilen hedeflere ulaşabilmek için derneğimizin karar ve çalışmalarının stratejik planlama çerçevesinde oluşturulması, kaynak yaratımı ve tahsis sürecinin yine önceliklendirilmiş alanlardaki faaliyetlere yönlendirilmesi, gönüllü ağının hedeflerimiz doğrultusunda ve bu alanlarda çalışan kişiler yönünde geliştirilmesi, yürütülen faaliyetlerle ilgili ölçülebilir hedeflerin belirlenmesi gerekmektedir.

Öncelikli Çalışma Alanları:

1-Mülteci hakları

2-İnsan hakları ve ifade özgürlüğü

3-Kültürel çalışmalar ve sosyal içerme

4-Toplumsal cinsiyet çalışmaları

5-Dernek kapasitesinin güçlendirilmesi

Çalışma alanlarına ilişkin stratejik hedeflerimiz:

I) Mülteci Hakları:

-Sosyal içerme, sosyal koruma ve mülteci hakları alanında çeviri yapılması ve materyal hazırlanması, bu materyal üzerinden atölye çalışmaları düzenlenmesi

-Bu alandaki haklara ilişkin izleme ve araştırma yapılması

-Lübnan ve Yunanistan’daki sivil toplum örgütleri ile kurulan işbirliğinin Ürdün’ü de içerecek biçimde genişletilmesi ve İzmir’de bulunan ilgili sivil toplum örgütlerine yaygınlaştırılması

-Bu alanda uluslararası işbirliği yaratılması yönünde çalışmalar planlanması

-Üye ve gönüllülerimizin yanısıra sanat kollektiflerine yönelik sistemli eğitimler düzenlenmesi

II) İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü:

  • İfade özgürlüğü hakkının etkin kullanımı ve bu konudaki farkındalığın arttırılması için çalışmalar düzenlenmesi
  • Topluluk temelli medya çalışmaları alanında çeviriler yapılması ve eğitimler düzenlenmesi, örnek bir topluluk temelli medya çalışması yürütülmesi için kaynak yaratılması
  • İnsan haklarına yönelik farkındalığın arttırılması yönünde atölyeler düzenlenmesi, çeviri ve araştırma yapılması, izleme ve raporlama faaliyetleri yürütülmesi
  • İnsan hakları alanında uluslararası işbirliği oluşturmaya yönelik çalışmalar düzenlenmesi

III) Kültürel Çalışmalar:

-Roberto Cimetta Foundation tarafından desteklenen “Free Space for Musicians” projesi kapsamında kurulan müzik kayıt stüdyomuzda sanatsal destek sunumuna ve atölye çalışmalarına devam edilmesi

-Sosyal içermeyi hedefleyen kültür ve sanat faaliyetleri düzenlenmesi ve bunlar için kaynak yaratılması

-Özellikle dezanatajlı grupların sanatsal üretimlerinin desteklenmesi

-Sanat kollektiflerine yönelik insan hakları, mülteci hakları ve sosyal içerme konularında atölyeler düzenlenmesi

-Video üretimi alanında da stüdyo kurulması için kaynak yaratılması ve yaratılan olanaklardan özellikle dezavantajlı grupların yararlanabilmesi için çalışmalar yapılması

 

IV) Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları:

-Kadın ve LGBTİ mültecileri baz alan cinsel sağlık-üreme sağlığı başlıklarında çalışmalar yürütülmesi

-Bu alanda çalışma yürüten sivil toplum örgütleriyle ilişki kurulması

-Sosyal kooperatifçilik, sosyal içerme ve toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında araştırma, çeviri ve atölye çalışmaları yapılması

-Toplumsal cinsiyet eşitliğinin derneğin tüm faaliyet alanlarının temel bileşeni haline getirilmesi

V) Dernek Kapasitesinin Güçlendirilmesi:

-Dernek üye ve gönüllülerine yönelik çalışma alanlarımızdaki konularda sistemli eğitim çalışmaları düzenlenmesi

-Dernek web sitesi ve sosyal medya araçlarının iyileştirilmesi ve etkinleştirilmesi, örgüt içi ve örgüt dışı iletişimin güçlendirilmesi

-Mevcut ağımızın (yerel, ulusal ve uluslararası) genişletilmesi ve yeni işbirliklerinin yaratılması

-Dernek çalışmalarının yürütülebilmesi için kaynak yaratılması

-Etik tutum belgelerinin oluşturulması (yönetişim, toplumsal cinsiyet eşitliği, çocuk hakları öncelikli olmak üzere)

-Komisyonların faaliyetlerine sağlıklı biçimde devam edebilmeleri için gerekli koşulların olanaklar ölçüsünde sağlanması

-İzleme ve değerlendirme konusunda daha etkin çalışmalar yürütülmesi

SWOT Analizi Sonuçları:

Güçlü Yanlarımız:

-Ağ kurmanın öncelikli bir alan olarak her faaliyetimizin ana eksenini oluşturması

-Nitelikli ve deneyimli insan kaynağı

-Proje üretme ve yönetme kapasitesi

Zayıf Yanlarımız:

-Teknik altyapı konusundaki yoksunluklar

-Finans kaynağı yaratılması ve faaliyetlerin sürüdürülebilirliğinin garanti altına alınması konusundaki mevcut finansal eksiklikler

-Gönüllü ağının istenen düzeyde olmaması

Fırsatlar:

-Son dönemde geliştirdiğimiz yeni uluslararası işbirlikleri

-Kültürel çalışmalar kapsamında yürüttüğümüz faaliyetlerin ürünlerinin yavaş yavaş ortaya çıkması

Tehditler:

-Finansal sürdürülebilirlik

Bu belge 22 Mayıs 2019 günü son halini almış ve yönetim kurulu tarafından kabul edilmiştir.

Müzik Kayıt Atölyesi

İzmir’de yaşayan amatör müzisyenlerin katıldığı müzik kayıt atölyemizi tamamladık.

[:tr]The Situation Of The Syrian Refugees In Lebanon[:]

[:tr]You can find out the English version of our report on Syrian refugees in Lebanon in the link below.

The Situation of the Syrian Refugees in Lebanon[:en]You can find out the English version of our report on Syrian refugees in Lebanon in the link below.

The Situation of the Syrian Refugees in Lebanon[:]

[:tr]Lübnan’da Suriyeli Mültecilerin Durumu[:]

[:tr]Sivil Düşün AB Programı desteğiyle, Şubat ayında gerçekleştirdiğimiz Lübnan ziyaretimizin raporunu aşağıdaki linkten görüntüleyebilirsiniz.

Agora_Dernegi_Lubnan_Raporu[:]

[:tr]İnsan Ticareti[:]

[:tr]İngilizce’den* Çeviren: Asim Murat Okur

 

İnsan ticareti, modern kölelik olarak da tanımlayabileceğimiz ciddi bir suç ve ağır bir insan hakları ihlalidir. Bütün dünyada görülmekle beraber çıkış, geçiş ya da varış ülkelerini veya bazen bunların hepsi birlikte olmak üzere neredeyse tüm ülkeleri etkilemektedir.

İnsan ticaretinin küresel boyutunu ölçmek, suçun gizli kalma özelliği sebebiyle oldukça zordur. Rakamlar çoğu zaman çelişkili açıklamalar üzerine kurulmuş veya başka amaçlarla derlenmiş olduğundan genellikle karşılaştırılabilir değildir. İnsan ticareti, sıklıkla diğer organize suç türleri ile bağlantılıdır. Birleşmiş Milletlere göre, yasadışı kazanç kaynağı olarak uyuşturucu ticaretinden sonra ikinci sırada yer almaktadır.

GERÇEKLER VE TANIMLAR

İnsan Ticareti Nedir? İnsan ticareti yapanlar savunmasız insanları kandırarak veya zorlayarak genellikle;

– fuhuş/ cinsel istismar (%79)

– zorla çalıştırma (%18)

alanlarında sömürmektedir. Daha az görülen vakalar ise dilenmeye zorlama ve organ ticaretidir. Birleşmiş Milletlere göre, yasadışı kazanç kaynağı olarak uyuşturucu ticaretinden sonra ikinci sırada yer almaktadır.  

İnsan Ticareti Nasıl Gerçekleşiyor?

  • İşe Alım: Kurbanlar yakınları, akrabaları ya da suç çeteleri tarafından genellikle yüksek gelirli işler vaat edilerek işe alınırlar.
  • Ulaşım: Kurbanlar uzak kırsal alanlardan şehirlere ya da fakir ülkelerden daha zengin ülkelere taşınırlar.
  • Manipülasyon ve Zorlama: İnsan ticareti yapanlar kurbanları aldatma, zor kullanma ya da zor kullanma tehdidiyle kontrol eder.

 İnsan Ticaretinin Temel Sebepleri Nelerdir?

  • Savunmasızlık: Yoksulluk, marjinalleşme, ekonomik dışlanma, silahlı çatışmalar, sosyal eşitsizlik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, etnik azınlıklara karşı uygulanan ayrımcılık, çocuk hakları ihlallerine bağlı olarak gelişen savunmasızlık.
  • Yetersiz Yasalar ve Politikalar: Birçok ülkede yakalanma riski oldukça düşüktür.
  • Talep: Zengin ülkelerde/kırsal alanlarda genellikle fuhuş ve ucuz iş gücü talebi.

 Sorunun Boyutları Nedir?

İnsan ticaretinin boyutlarını güvenilir bir şekilde ortaya koyabilmek oldukça zordur ve rakamsal veriler genellikle karşılaştırılabilir değildir. İnsan ticareti mağdurlarının yıllık tahmini olarak sayısı;

  • küresel olarak 1,2 milyonu çocuk olmak üzere (UNICEF) 2,45 milyondur (UNODC)
  • uluslararası sınırlarda 800.000 ve kendi ülkesi içerisinde bundan çok daha fazla sayıda (IOM)
  • AB içerisinde ya da AB ülkelerine genellikle kadın ve çocuklar olmak üzere birkaç yüz bin insan olduğu belirtilmektedir. (EUROPOL)

Avrupa Komisyonu halen ulusal yetkililer ve üniversiteler ile, AB genelinde bilgi toplama standardizasyonu oluşturmak ve insan ticareti eğilimleri ile ilgili sağlam verilere ulaşmak üzere asgari insan ticareti göstergeleri listesi hazırlamaktadır.

Dünyanın İnsan Ticaretinden En Çok Etkilenen Bölgesi Neresidir?

İnsan ticareti küreseldir ve neredeyse her ülke çıkış, geçiş ya da varış ülkesi (bazen her üçü birden) durumundadır.

  • İnsan ticareti çoğu zaman ülke ya da bölge içerisinde oluşurken uzun mesafeli (kıtalar arası) örnekler de mevcuttur.
  • AB ülkeleri, dünyanın her yerinden mağdurların hedef bölgelerinin başında yer almaktadır. Kurbanlar, AB ülkelerinde işe alındıktan sonra ya bulundukları ülkede ya da AB içi ya da dışı diğer ülkelerde yasadışı ticaret mağduru olmaktadır.

İnsan Ticareti ile İnsan Kaçakçılığının Farkı Nedir?

İnsan ticareti ile insan kaçakçılığı arasında dört temel fark vardır.

  1. Bir ülkeye yasadışı yollardan giriş yapmaya rıza gösterme: İnsan kaçakçılığı, genellikle tehlikeli ya da onur kırıcı koşullara rağmen mağdurun rızası ile gerçekleşmektedir. İnsan ticareti mağdurlarının bir kısmı yolculuklarına kendi rızalarıyla, başka ülkeye gidecekleri düşüncesiyle başlarken büyük bir kısmı ise asla böyle bir maksat taşımamıştır. Üçüncü bir ülkeden gelen mağdurlar bir ülkeye -kimi zaman insan ticareti yapanların yardımıyla alınan- turist ya da öğrenci vizesi ile yasal yollardan giriş yaptıktan sonra, vize bitiş tarihinden sonra genellikle istekleri dışında bu ülkelerde tutulmakta ve istismara uğramaktadırlar. AB Üye Devletlerinden gelen insan ticareti mağdurları ise tüm AB’de yasal olarak hareket edebilmektedir.
  2. İstismar: İnsan kaçakçılığı, göçmenlerin hedef ülkeye varmalarıyla son bulurken, insan ticareti vakalarında mağdurlar, sınırı geçtikten sonra zorla ya da insanlık dışı koşullarda daha da fazla sömürülmektedir.
  3. Ulus Ötesi: İnsan kaçakçılığı her zaman uluslararasıdır. İnsan ticareti ise hem uluslararası boyutta hem de mağdurların kendi ülkelerinde vuku bulabilir.
  4. Kar kaynağı: Kaçakçılık olaylarında kar, bir kişinin yasadışı yollardan bir başka ülkeye ulaşımı, girişinin ya da orada kalmasının kolaylaştırılması yoluyla sağlanırken, insan ticareti davalarında kar, sömürüden elde edilir.

 

*https://ec.europa.eu/anti-trafficking/citizens-corner/trafficking-explained_en adresinden kısaltılarak çevrilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 [:]

Lübnan’da Bulunan Mülteci Örgütlerine Yönelik Çalışma Ziyaretimiz

Sivil Düşün tarafından desteklenen projemiz kapsamında bugün Beyrut’ta  mültecilere yönelik çalışmalar yürüten örgütleri ziyaret ettik.

 

 

 

Yöntemsel Heteronormatiflik* ve Mülteci Krizi” **

Anna Carastathis &Myrto Tsilimpounidi

Türkçeleştiren: Cahide SARI

Tüm göç politikaları yeniden üretime dairdir. Göçün kontrolüne ilişkin ulus-devlet projesi, toplumsal ve bireysel bedenin yeniden üretilebilir gerçekliği olarak sunulan, kimin farkılılaştırılmış biçimde içerildiğini, kimin dışlandığını ve kimin aslileştirildiğini belirleyen ulusun ırksallaştırılmış demografisini güvence altına alır. Vatandaşlık, yasa dışılık ve sığınmacılık, sıklıkla, bir kişiye heteronormatif (ya da daha seyrek olarak homonormatif) hısımlık yapılandırmasıyla iliştirilen kalıtsal geçişli mülk olarak tartışılır.  Eithne Luibhéid’in (2013, 4) belirttiği üzere cinsel normatiflik, ulus devletin “vatandaşlığın biyolojik ve toplumsal yeniden üretimi” projesi ve aynı zamanda belirli türden toplumsal, ekonomik ve duygusal ilişkilerin geliştirilmesi açısından temel önemdedir. Cinsel normatiflik, vatandaş olmayanların asimile edilebilirliğinin /edilemezliğinin kurgulandığı temel kayıt düzlemidir (Karma R. Chávez 2013). Radha Sarma Hegde (2016, 2) tarafından ileri sürüldüğü gibi bizler “Orta Amerika boyunca zorlu bir kara yolculuğuna… (veya)  Ortadoğu’dan, Afrika’nın güneyinden ve Sahra altı Afrika’dan tehlikeli bir deniz yolculuğuna kalkışan erkek, kadın ve çocuk imajlarına düzenli biçimde maruz bırakılıyoruz”. Bu yorumda, deklare edilen “mülteci krizini” kuşatan (görsel) söylemdeki  yöntemsel heteronormatifliğin heryerdeliği üzerine bir provokasyonu ortaya atmayı diliyoruz.

Avrupa’da “Mülteciler Hoşgeldiniz” hareketinin alameti farikasını düşünün. 2015 yılının yazında, Avrupa liderleri  bir “mülteci krizinin” olduğunu söylerken, bu imaj sadece gösterilerdeki afişlerde  değil mülteci “dostu” mekanları işaretlemek için de kullanılarak  protesto ve dayanışma kültüründe sembolleşti. Çocuğun elinden tutmuş bir kadın, ona yol gösteren bir erkek; ayakları neredeyse yerden kesilmiş bir çocuk (dalgalanan saç örgüleriyle çocuğun kız çocuğu olduğu vurgulanmıştır) ve üçü de telaşla koşturuyor. Bu görsel bazen “Ailenizi Getirin” biçiminde yorumlanmaktadır. Görselin kalkış noktası, hareketin farklılaşan ideolojik tutumlarıyla uyumsuz görünmektedir: Bazıları sınırların (kriminalize edilen ekonomik göçmenlere değil de en azından sığınmacılara) açılmasını savunurken bazıları da “No Borders-Sınırlara Hayır” politikasını benimsemektedir. Görselin orjinali, 1980lerin sonunda ABD taşımacılık otoritesince, dünyada en şiddetli biçimde kontrol edilen sınır kontrol noktalarından birinin bulunduğu ve çitleme öncesinde Meksika’dan ABD’ye geçerken araç çarpması nedeniyle yüzlerce insanın öldürüldüğü Interstate 5 yolunda, sürücüleri sınır geçenlere karşı uyarmak için dikilen bir otoban levhasıdır. Tasarımcısı John Hood, ABD vatandaşlarının sınır geçenlerle duygudaşlığını ortaya çıkarmak istediğini ve bu nedenle göç levhası tasarımında kaçmak zorunda kalan göçmenleri, herhangi bir Amerikalının kendini rahatlıkla yerine koyabileceği bir aile olarak temsil etmeyi seçtiğini belirtmiştir (Victor Morales 2008; Scott Gold 2008).

2018 yazında, göçmenlik görseli, farklı bir yinelemeyle gündeme geldi. 2000’den fazla çocuğun ABD Göçmenlik ve Gümrük Uygulaması nedeniyle alıkonulan ebeveynlerinden koparılması skandalı sırasında, göçmenlik görseli- ileride duvara dönüştürülmek üzere tamamen çitle kapatılmış olan sınır boyunca artık görünür olmamasına karşın- bir karikatürist tarafından çocukları ailelerinden koparan politikayı ifşa etmek üzere kullanılmıştır. Görseldeki bu üç tanıdık figüre ek olarak çocuğu ailesinden koparan ABD başkanının anneye uzanan canavarımsı gölgesi ve domuz kuyruğu şeklinde resmedilen saçı bulunmaktadır. Bu görsel ve onun yeniden üretimi yöntemsel heteronormatifliği tasvir etmektedir. “Yöntemsel ulusalcılık” (Andreas Wimmer and Nina Glick Schiller 2002) ve “ yöntemsel beyazlık” (Gurminder K. Bhambra 2017) kavramsallaştırmalarını genişleterek bu terimleri sadece devletlerin ve ulusüstü örgütlerin arzu edilen “mülteci” figürünü inşa etme biçimlerine referansla kullanmıyoruz, aynı zamanda onları dayanışmacı hareketlerin dayanışmanın ideal öznesini inşa ederken aynı mantığa yaslanan pratikleri ile de bağlantılandırıyoruz. Zorunlu göç üzerine eleştirel yazın da “mülteci krizi” hakkında araştırma üretirken benzer bir temsili kayma ile malüldür. “Mülteci” –ister bir kurban olarak kucak açılsın ya da bir tehdit olarak kötülensin- varsayımsal olarak heteroseksüel, (potansiyel olarak) üremeye haiz ve bu nedenle de ahlaki endişelerin nedeni olan kimse olarak inşa edilir. “Mülteciler” bir yandan  (örneğin özel sponsorluk ve barınma planları ile)  “ailenin parçası” haline gelerek ulusun duygulanımsal ekonomisine buyur edilirken öte yandan, milliyetçi ve faşist ideolojiler tarafından demografik ve kültürel tehdit olarak sunulur. Örneğin, Jill Walker Rettberg ve Radhika Gajjala (2016, 180) tarafından ileri sürüldüğü üzere, Avrupa’da “Mülteciler Hoşgeldiniz” hareketine tepki gösterirken başvurulan ve Suriyeli mültecileri “yağmacı cinsellik ve disipline edilmemiş eril saldırganlık” ile etiketleyen  düşmanca söylem, Ortadoğulu erkekleri tecavüzcü ve terörist olarak özetleyen Oryantalist tutuma yaslanmaktadır. Görece duygudaş temsiller “mültecilerin” heteroseksüelleştirilmesine yaslanmaktadır- cesur ancak çaresiz babalar, özverili anneler ve masum çocuklar olarak kategorileştirildiklerinden aile ve akrabalık ilişkisi içinde olmaları onların kayıplarını, kederlerini ve kırılganlıklarını açık etmektedir. Düşmanca temsillerde, “mülteciler”,  devlet bakış açısından “ucube” veya “canavar” heteroseksüellikler olarak biçimlendirilebilmektedir. Dizginsiz ve sakıncalı üremeci faillikleri, kelimenin biyolojik anlamıyla kalıtımsal ve aktarıma dayalı ırksallaştırılmış ulusal öznenin bütünlüğüne ve sürekliliğine yönelik tehdit olarak inşa edilmektedir (Cathy J. Cohen 1997; Jasbir K. Puar 2007).

Bu provoke edici önermeyle, yukarda bahsedilen vatandaşlardan oluşan ailenin mültecilerden oluşan aileyle ikamesini mümkün kılan çoklu sınır pratiklerini sorunsallaştırmak istiyoruz. Yöntemsel heteronormatiflik, mültecilerin, üremeye dair özgeçmişlerinin ve geleceklerinin çerçevelendirilmesi, onların babalar, anneler, aileler, hamile kadınlar ya da ikili toplumsal cinsiyet terimleriyle ifade edersek “erkekler” ve “kadın ve çocuklar”  olarak inşa edilmesi üzerinden insancıllaştırılmaları (ya da canavarlaştırılmaları) yönündeki göndermelerde oldukça açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu tasvirler, hem duygudaş hem düşmanca yanıtları koşullandıran toplumsal aidiyet için ön koşul olan aile, din, ulus gibi kurumları yeniden üretim kapasitelerinin varlığını/yokluğunu ortaya koyar. Mültecilerin varlığını sürdürmesi, hem onları demografik bir düşman olarak gören faşist söylemlerde (vatandaşlığı doğuma bağlayan çapa bebek tartışmalarında olduğu gibi) hem de entegrasyonu teşvik eden dayanışmacı söylemde, üremeye ilişkin terimlerle çerçevelendirilmektedir. Biz, asıl olarak, ikincisiyle ilgileniyoruz- yani ulus devlet sınırlarının meşruluğunu sorun eden ancak bir yandan da Gayatri Chakravorty Spivak’ın üremeci heteronormatiflik olarak ifade ettiği ulus devletin en önemli kurumsal mantığından birini  yeniden üreten siyasal ideolojiyle: hayatı anlamlandıran şey erkek ve kadından oluşan çiftin üremesidir…kendini savaş ve tecavüzle yeniden üreten dünyanın en eski ve en uzun zamandır hayatta kalan kurumu, örtük küreselleştirici (akt. Nayanika Mookherjee 2012, 125).

Tarih dışı bir varsayım, normatif bir tasarım ve duygulanımsal bir yapı olarak “yöntemsel heteronormatiflik”…arzu/üremeci şiddetin hakim ekonomisinden taşan ve onu tehdit eden bedensel ve toplumsal deneyimin diğer biçimlerini (Rosalba Icaza and Rolando Vázquez 2016, 67) sessizleştirmektedir. Bu ekonomi, normatif arzuları doğallaştıran ve  şiddeti norm olarak sunan çerçevelerle görsel olarak yeniden üretilmektedir. Göç halindeki insanlarla dayanışma içinde olan hareketlere, feminist göç ve sınır araştırmacılarına yöntemsel heteronormatifllik ile eleştirel bir ilişki öneriyoruz.

 

KAYNAKLAR:

Bhambra, Gurminder K. 2017. “Brexit, Trump, and ‘Methodological Whiteness’: On the Misrecognition of Race and Class.” British Journal of Sociology 68 (1): 214–232. doi:10.1111/ 1468-4446.12317.

Chávez, Karma R. 2013. Queer Migration Politics: Activist Rhetoric and Coalitional Possibilities. Urbana-Champaign: University of Illinois Press.

Cohen, Cathy J. 1997. “Punks, Bulldaggers, and Welfare Queens: The Radical Potential of Queer Politics?” GLQ 3 (4): 437–465. doi:10.1215/10642684-3-4-437.

Dart, Tom. 2018. “2,000 Children Separated from Parents in Six Weeks under Trump Policy.”

Guardian, June 16. Accessed June 17, 2018.

https://www.theguardian.com/us-news/2018/jun/16/children-separated-parents-border-trump-administration.

Gold, Scott. 2008. “The Artist behind the Iconic ‘Running Immigrants’ Image.” Los Angeles Times, April 4. Accessed September 1, 2017. http://www.latimes.com/local/la-me-outthere4apr04-story.html.

Hegde, Radha Sarma. 2016. Mediating Migration. Cambridge: Polity Press.

Icaza, Rosalba, and Rolando Vázquez. 2016. “The Coloniality of Gender as a Radical Critique of Developmentalism.” In The Palgrave Handbook on Gender and Development: Critical Engagements in Feminist Theory and Practice, edited by Wendy Harcourt, 62–75. London: Palgrave Macmillan.

Luibhéid, Eithne. 2013. Pregnant on Arrival: Making the Illegal Immigrant. Minneapolis: University of Minnesota Press.

Mookherjee, Nayanika. 2012. “Reproductive Heteronormativity and Sexual Violence in the Bangladesh War of 1971: A Discussion with Gayatri Chakravorty Spivak.” Social Text 30 (2): 123–131. doi:10.1215/01642472-1541790.

Morales, Victor. 2008. “Iconic Sign Evokes Connection to Long Walk.” Indian Country Today, October 12. Accessed September 1, 2017. https://indiancountrymedianetwork.com/news/iconicsign-evokes-connection-to-long-walk/.

Puar, Jasbir K. 2007. Terrorist Assemblages: Homonationalism in Queer Times. Durham, NC: Duke University Press.

Rettberg, Jill Walker, and Radhika Gajjala. 2016. “Terrorists or Cowards: Negative Portrayals of Male Syrian Refugees in Social Media.” Feminist Media Studies 16 (1): 178–181. doi:10.1080/

14680777.2016.1120493.

Rogers, Rob. 2018. “Immigrant Children.” Accessed June 17, 2018. http://robrogers.com/2018/06/01/immigrant-children/.

Wimmer, Andreas, and Nina Glick Schiller. 2002. “Methodological Nationalism and Beyond: Nation-State Building, Migration and the Social Sciences.” Global Networks 2 (4): 301–334.

doi:10.1111/glob.2002.2.issue-4.

*Heteroseksüel ilişkilenme biçimini norm olarak kabul eden ve doğallaştıran, bunun dışındaki tüm diğer ilişkilenme biçimlerini normdan sapma olarak gören, cinsiyeti ve cinselliği katı ve ikili bir bağlamda ele alan, toplumsal cinsiyete ilişkin roller ve alanları da bu çerçevede tarihsizleştiren düşünsel sistem.

**Anna Carastathis & Myrto Tsilimpounidi (2018): Methodological heteronormativity and the “refugee crisis”, Feminist Media Studies, DOI: 10.1080/14680777.2018.1532144

Göç Halinde Üreme Hakları:Yunanistan’da mülteci kadınlar doğum kontrolüne erişim mücadelesi veriyor!

Zoe Halman/ 15 Ağustos 2017


Çeviren: Asim Murat Okur

Avrupa’da kadın sığınmacıların yarısı 18 ile 34 yaşları arasındadır. Yaşam koşulları üzerinde çok az kontrol sahibi olan bu kadınlar, bedenleri üzerinde nasıl kontrol sahibi olabilirler?

Marwa (takma isim) pantolonunun paçasını kaldırarak bana, baldırlarını kaplayan varis damarlarını ve morlukları gösteriyor. 34 yaşındaki Suriyeli kadın, beş ay kaldığı Atina’nın dışındaki mülteci kampında, her gün yürüdüğü kayalık ve engebeli zeminde bacaklarının durumunun daha da kötü hale geldiğini söylüyor.

Haziran ayında tanıştığımızda, Marwa kendi evine taşınmıştı. 9 aylık hamileydi ve yürümekte zorlanıyordu. Beklediği çocuk altıncı çocuğu olacaktı. Anlattığına göre hamileliği beklenmeyen –ve istenmeyen- bir hamilelikti.

Dünyada, milyonlarca mülteci kadın, kendi ev ortamları dışında, doğum kontrolü sorunları ile uğraşmaktadır. Açıkça görülen ihtiyaçlara rağmen, doğum kontrolüne erişim, sorumlu hükümetler ve STK’lar tarafından nispeten düşük öncelikli kalmıştır.

Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre, Marwa gibi yarım milyon kadar yerinden edilmiş Suriyeli kadın bu sene hamile kalacak.

Aslen Humuslu olan Marwa ve ailesi, geçen sene, Marwa’nın kocası varil bombası ile yaralandıktan sonra Suriye’den kaçmışlar.

Yunanistan’a ulaştıktan sonra –ki bu sırada Yunanistan ekonomik krizin ortasında 60.000 mülteciyi barındırma mücadelesi veriyordu- Marwa, kocası ve beş küçük çocuğu ile, tam da AB ile Türkiye arasında imzalanan tartışmalı anlaşma ile sınırın kapatıldığı sırada Makedonya’ya geçmeye çalışmış.

Marwa, iki büyük çocuğunun (bu sırada çocuklardan biri 8 diğeri 10 yaşındadır) sınır kapanmadan önce yaşanan kaos sırasında diğer tarafa geçtiklerini söylüyor. O günden beri iki çocuğunu göremiyor ancak çocuklar Almanya’da, refakatsiz çocuklar için oluşturulmuş bir eve yerleştirildikten sonra onlarla düzenli iletişim kurabiliyor.

Ailenin geri kalanı, önce Yunanistan’ın kuzeyinde bir kampta kalıyor, kamp kapatılınca, geçen yılın sonlarında, Atina dışında başka bir kampa taşınıyor. Harap durumdaki Marwa, bu yolculuk sırasında bayıldığını ve kustuğunu söylüyor.

Bir kaç hafta sonra da hamile olduğunu fark ediyor. Marwa bana “durumumuz çok kötüydü, bu doğumu yapamayacağımı düşündüm, ama kocam Tanrı korkumuz yüzünden çok endişelendi ve çocuğu dünyaya getirmeye karar verdik” diyor.

Tanıştığımızda Marwa da doğum konusunda çok endişeliydi çünkü Marwa’nın ileride çocuklarıyla bir araya gelmek için Almanya’ya yapacağı yolculuğu engelliyordu. Onun durumundaki biri için yolculuk etmenin açıkça çok tehlikeli olduğunu söylüyordu.

 

Göç Halinde Üreme Hakları

Marwa’nın hikayesi, mülteci kadınların kendi bedenleri üzerindeki kontrollerini kısıtlayabilecek pratik, kültürel ve sosyal faktörleri yansıtıyor.

Yerel akademik çalışmalar ve STK çalışmaları dışında, bu konuyla ilgili çok az veri bulunuyor. Ancak, var olan araştırmalar, insani yardım ve sağlık çalışanlarının aktardığı saha tecrübelerini destekliyor: göç ve belirsizlik durumlarında, doğum kontrol yöntemlerinin kullanımının düşük ve bazen de azalan oranlarda olduğu.

Suriye’de savaştan önce kadınların yaklaşık %60’ının bazı aile planlaması yöntemlerine başvurduğu bilinmektedir. Yeni yapılan bir çalışma ise Lübnan’da yaşayan Suriyeli evli kadınların sadece %37’sinin aile planlaması yöntemi kullandığını ortaya koymuştur.

Yunanistan’da, Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Direktörü Lia Motska, bana ülkede yaygın olarak kullanılan doğum kontrol yöntemlerinin mülteci kadınlar için uygun olmadığını söylüyor.

Motska’nın açıklamalarına göre, Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından görülen kadınların çoğu, hareket halindeki insanlar için en iyi seçeneklerden olan, doğum kontrol iğneleri ve implantlar kullanmış. Ancak asıl problem, bu yöntemlerin şu anda Yunanistan’da kullanılmıyor olması.

Yunanlı kadınlar ağırlıklı olarak kondom, doğum kontrol hapı ve rahim içi araç (RİA) kullanıyor. Ancak Motska, dini normlar ve gündelik şovenizmin, kondom kullanımını gerçekdışı bir seçenek haline getirebileceğini ve doğum kontrol haplarının da, rutinleri ve çevreleri sürekli değişen kadınlar için kullanışsız olduğunu belirtiyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar, RİA kullanımını teşvik ediyor ve uyguluyor ancak RİA’nın takılması için bazı tıbbi prosedürlerin takip edilmesi gerekiyor. Belki de daha az bilinen bir doğum kontrol yöntemi olmasının da etkisiyle bazı kadınların RİA kullanmaya dair çekinceleri olabiliyor.

Doğum kontrol iğneleri gelişen dünyada kadınlar arasında oldukça yaygın bir yöntem haline geldi. Bu yöntem, örneğin, Afganistan, Eritre ve Somali’de en çok kullanılan doğum kontrol yöntemi. Fakat Yunanistan’da bu iğnelerin ithaline ve satışına izin verilmiyor.

Sınır Tanımayan Doktorlar, ülkede cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusunda mültecilere en fazla hizmeti sağlayan örgüt olarak Sağlık Bakanlığı ile bu durumun değişmesi için lobi faaliyeti yapmayı da denemiş fakat başarılı olamamış.

Motska, “Şu anda, bu iğnelere ihtiyaç duyan, geniş bir mülteci ve göçmen kadın topluluğumuz var ancak konsültasyonlarda onlara sınırlı yöntemler sağlayabildiğimizi söylemek zorundayız, genellikle ‘hayır’ diyorlar ve diğer yöntemleri istemediklerini söylüyorlar” diyor.

Motska, bizimle, kullandığı doğum kontrol iğnesine devam etmek isteyen Afgan kadının hikayesini paylaşıyor. Kadına bunun mümkün olmadığı söylendiğinde, alternatifleri kabul etmiyor ve üç ay sonra istenmeyen gebeliğini bitirmek üzere tekrar geldiğini anlatıyor.

Atina’da, gecekondu bölgelerinde, mültecilere destek olan ve barınma alanında gönüllü bazı sağlık çalışanları ve ebeler, yasadışı olarak doğum kontrol iğneleri ithal etmiş ve bu iğneleri, herhangi bir kurumdan ve kuruluştan bağımsız bir şekilde, talep eden kadınlara uygulamışlardı.

Bu durum, gecekondu bölgelerinde yaşayan yüzlerce mülteci kadından bazıları için kısa süreli bir çözüm olabilir. Fakat bir yandan da, diğer mülteci kadınların, doğum kontrolü için karşılaştıkları sıkıntıları açıkça yansıtmaktadır.

Motska, yöntemden bağımsız olarak, mülteci kadınların genellikle eşlerine doğum kontrol yöntemlerine başvurduklarını söylemediklerini ve bu hizmetlerin sağlanmasında –kürtaj sonrası bakımda olduğu gibi- ciddi bir gizlilik olması gerektiğini ekliyor.

Kürtaj Yunanistan’da yasaldır, ancak yine de korkutucu ve mantıksal olarak hassas bir ihtimal olabilir. “Atina’nın merkezine uzak bir kampta yaşayan bir kadın olmayı hayal edin ve birlikte hareket edebileceğiniz tek insanın kocanız olduğunu düşünün” diyor Motska. “Korkuyor çünkü kocasının haberi yok, verdiği karardan emin değil ve aynı zamanda onu sürekli gözetim altında tutan ebeveynlere sahip”.

Motska, bu tür kısıtlamaların, kamplarda yaşayan bazı kadınları, güvenli olmayan kürtaj uygulamalarına mecbur bıraktığını dile getiriyor ve ekliyor; “yaşadığımız vakalarda, bize kanaması olan kadınlar gelirdi ve biz bunun sebebinin güvenli olmayan düşükler olduğunu bilirdik… söylemekten çekinirler ama biz ne olduğunu biliriz”.

 

Azalmayan cinsel şiddet riski

Avrupa’ya göç sırasında, insan kaçakçıları, yetkililer ya da diğer göçmenler tarafından tecavüze ya da cinsel şiddete uğramak hiç de alışılmadık bir durum değildir. Belirli göç rotaları üzerine çalışmalar, örneğin Libya rotası, bazı kadınların özellikle bu riskleri düşünerek, yola çıkmadan önce doğum kontrol yöntemlerine başvurduğunu ortaya koymaktadır.

Eritre Göçmen Hakları İnisiyatifi Direktörü Meron Estinfanos’un aktardığına göre, Eritre’den yola çıkan mülteci kadınlar, artık, Avrupa’ya varmadan önce en az iki kez tecavüze uğrayabileceklerini öngörüyorlar. Estinfanos “Kadınlar artık yola çıkmadan önce, diğer risklere hamilelik riskini de eklememek için, çok güçlü doğum kontrol yöntemleri kullanıyorlar” diyor ve bu yöntemlerin uzun süreli hasarlara yol açabileceği ve üreme problemlerine neden olabileceği konusunda uyarıyor.

Yunanistan’da, dokuz mülteci kampı üzerine yapılan bir çalışmada, güvenli olmayan koşullar yüzünden birçok kadının tecavüz, fuhuşa zorlanma, zorla evlendirilme ve insan ticaretini de kapsayacak biçimde cinsel ve toplumsal cinsiyet temelli şiddete maruz kalma riski altında olduğunu ortaya koymuştur. Çalışmaya göre, failler arasında gönüllüler ve aynı kaderi paylaşan mülteciler de bulunmaktadır.

Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’nden Motska, cinsel şiddet yoluyla hamile kalmanın, özellikle sınır geçerken çok büyük risk olduğunu söylüyor.

Mülteci ve göçmen kadınların güvenli doğum kontrolüne ve cinsel sağlık hizmetlerine erişim oranını artırmak için çok şeyin yapılması gerektiği -aralarında UN Women’in de bulunduğu- uluslararası düzeyde dillendiriliyor. Ancak bu çabalar için yeterli kaynak bulunamıyor.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kendisi, üreme sağlığının, bir kişinin ruhsal ve toplumsal olarak sağlıklı olabilmesi için elzem olduğunu belirtmektedir. Fakat bugün hala, çatışmadan etkilenen bölgeler, çatışmasız bölgelere oranla %50 daha az fon alabilmektedir.

Atina’da, geçen ay, Marwa, altıncı çocuğu olan bir kız bebek dünyaya getirdi. Bağlantımızı koparmamıştık. Bana mutlu olduğunu, doğumun etkilerini atlatmaya başladığını ve diğer çocukları ile bir araya gelmek için Almanya’ya gitmek üzere kendisini hazırladığını söyledi.

Şu sıralar Avrupa genelinde sığınmacı kadınların yarısı ilk doğurganlık çağında yani 18 ve 34 yaşları arasındadır. Yaşam koşulları üzerinde bu kadar az kontrol sahibi olan bu kadınlar, bedenleri üzerinde nasıl kontrol sahibi olabilirler? Birçoğu için bu durum ölüm, kalım ve acı ile sınırlandırılmış seçimler meselesidir.

 

 

Kaynak: https://www.opendemocracy.net/5050/zoe-holman/reproductive-rights-refugees-Greece

Sosyal Koruma Çalışma Notu

Hazırlayan: Agora Derneği Mülteci Hakları Komisyonu / Temmuz 2018  

 

e-mail: [email protected]

twitter: @agoradernegi

 

İnsan Hakkı Olarak Sosyal Güvenlik:

İnsan hakları sadece herhangi bir devletin vatandaşları bağlamında değil ayrım gözetmeksizin tüm insanların hakları olarak ele alınmaktadır. Vatandaşlar, mülteciler, sığınmacılar, göçmen işçiler ve yerinde edilmiş bireyler ve topluluklar arasında haklara sahip olma ve bu hakların sonuçlarından faydalanma açısından belirgin farklılıklar ortaya çıksa da genel olarak devletlerin kendi sınırları içinde yaşayan tüm insanlara bu hakları sağlamaları, dezavantajlı ve özel gereksinimli birey ve gruplara yönelik spesifik koruma mekanizmaları geliştirmeleri gerekmektedir. Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’nin 24. maddesi uyarınca devletler vatandaşlarının yanı sıra vatandaş olmayanların da sosyal güvenlik haklarını sağlamak zorundadırlar. 118 no’lu Muamele Eşitliği (Sosyal Güvenlik) Sözleşmesi de vatandaş olanlarla olmayanlara sosyal güvenlik konusunda eşit muamele yapılmasını temel alan ve göçmen işçilerin haklarını küresel bağlamda düzenleyen bir sözleşmedir.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi Genel Yorumlar No:14 uyarınca devletlerin tutuklu, hükümlü, azınlık, sığınmacı ve yasa dışı göçmenleri de kapsayacak biçimde herkesin önleyici, tedavi edici ve palyatif sağlık hizmetlerine erişim hakkını sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Yine aynı sözleşmenin 19 no’lu genel yorumu, sosyal güvenlik hakkını diğer insan haklarından faydalanmayı mümkün kılan bir hak olarak ortaya koymakta ve bu hakkın, sözleşmeden kaynaklanan haklarını tam anlamıyla kullanma olanağından yoksun kaldıkları durumlarla karşılaşan tüm insanların insan onurunun güvence altına alınması açısından temel önem taşıdığını vurgulamaktadır. Bu bağlamda sosyal güvenlik hakkı ekonomik, sosyal ve kültürel haklara erişimin ve aynı zamanda onurlu bir yaşamın temelidir.

Uzun yıllardır sosyal güvenlik hakkı ulusal bir düzlemde sadece formal sektörde çalışan ve vatandaşlık statüsü olan işçilerin erişebildiği bir hak olarak deneyimlenmiştir. ILO ve diğer uluslararası örgütlerin informal sektörün giderek daralacağına ve ortadan kalkacağına yönelik beklentileri gerçekleşmemiş ve kayıt dışı çalışma biçimleri giderek yaygınlaşmıştır. Bu nedenle kayıtdışı çalıştırılanların mikrosigortalar, sosyal destekler yoluyla minimum düzeyde de olsa kapsanması amacıyla sosyal koruma politikaları tartışılmaya başlanmıştır. 2001 yılındaki Uluslararası Çalışma Konferansı’ndan bu yana sosyal koruma kapsamındaki nüfusun arttırılması yönündeki çalışmalar beklenen düzeyde sonuç vermemiştir. Dünyada nüfusun çok önemli bir bölümü hala herhangi bir sosyal koruma programı kapsamında olmaksızın hayatta kalmaya çalışmakta ve oldukça kötü koşullarda çalışmaya zorlanmaktadır.

Sosyal Risk Yönetimi Enstrümanı Olarak Sosyal Koruma:

Sosyal koruma programları, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların en azından asgari düzeyde ve ayrım gözetmeksizin herkes için sağlanmasını hedefleyen programlardır ve bu programlar temelde yaşamak için gerekli olan minimum gelir, temel sağlık hizmetleri, barınma ve temel eğitimin garanti edilmesine dayanan sosyal koruma tabanı (social protection floor) anlayışı çerçevesinde şekillendirilmektedir. Ayrımcılığın önlenmesi ve belirli gruplara yönelik özel önlemlerin alınması ve bu yönde özel politikalar oluşturulması sosyal koruma programlarının temel ilkelerindendir.

Sosyal korumanın temel hedefi, insan onuruna uygun bir yaşam için vazgeçilemez olan hizmetlere erişimin herkes için güvence altına alınmasıdır ve ne yazık ki pek çok ülkede tüm tavsiye kararlarına ve politika önerilerine rağmen bu kapsamdaki hizmetler asgari düzeyin ötesine geçememiştir. Avrupa Komisyonu, sosyal riskler karşısında insanları korumak amacıyla tasarlanmış kolektif sistemlerin tümünü sosyal koruma olarak tanımlanmaktadır.

Komisyon bu kavramın sosyal güvenlikten daha geniş bir alanı kapsadığını belirtmektedir. Sosyal güvenlik sisteminde yer alan programların oluşturulması, finansmanı ve korumanın sunulması temelde devletin sorumluluğundadır ve finansman büyük ölçüde vergiler ve prim ödemelerinden sağlanır. Ancak ülkemizde ve pek çok diğer ülkede sosyal güvenlik sistemlerinin piyasa mantığı uyarınca yeniden düzenlenmesi sonucunda finansmandan hizmet sunumuna dek radikal değişimler ortaya çıkmıştır.

Sosyal koruma sisteminde hanehalkları, bireyler, sivil toplum örgütleri ve dahil olunan topluluklar da aktif bir işlev üstlenir. Şartlı nakit transferleri, kıtlık ve doğal afet yardımları, mikro sigorta, mikro kredi, gıda ile ilişkilendirilmiş çalışma programları, vatandaşlık ücreti veya yaşam ücreti, HIV önleme programları, tarımsal ürün destekleri gibi çok farklı nitelikte uygulama sosyal koruma içerisinde ele alınmaktadır. Bu bağlamda sosyal koruma, sosyal risk yönetimi anlayışının önemli bir enstrümanı olarak düşünülebilir.

Sosyal güvenceden yoksunluk, insanları yaşamları boyunca hastalık, yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal dışlamaya maruz bırakmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) “Dünya Sosyal Koruma Raporu 2017/19: Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini Gerçekleştirmek için Sosyal Koruma ” isimli raporunda sunulan yeni verilere göre, dünya nüfusunun %45’i en az bir sosyal yardım kapsamında bulunmakta ve %55’i oluşturan 4 milyar kişi ise herhangi bir sosyal güvenceden yoksun biçimde yaşamaktadır. Çoğu Afrika ve Asya’da olmak üzere, çocukların üçte ikisi, yani 1.3 milyar çocuk sosyal güvenlik kapsamı dışındadır. Kırsal bölhgelerde yaşayanların %56’sı sağlık sigortası kapsamı dışındadır. Ebola krizi gibi acil durumlar dahil olmak üzere, insan güvenliğini sağlamak için en az 10 milyon sağlık çalışanına daha ihtiyaç duyulmaktadır. Ağır engelli insanların yalnızca %27.8’i engelli yardımlarından faydalanırken yaşlılar ve annelere yönelik yardımların düzeyi bu grupları aşırı yoksulluktan kurtarmak için oldukça yetersizdir. Kemer sıkma politikaları ve genel olarak neoliberal politikalar doğrultusunda çocuklar, kadınlar, engelliler, yaşlılar için sosyal koruma düzeyi oldukça azalmış durumdadır.

Rapor, özellikle Afrika, Asya ve Arap devletlerinde, temel sosyal koruma tabanı sağlanması için sosyal güvence kapsamının genişletilmesinin, sosyal koruma alanında kamu harcamalarının artırılmasının ve kayıtdışı ekonomide yer alan işçilere yönelik sosyal koruma politikalarının oluşturulmasının sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesi açısından oldukça önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu çerçevede göçün kendisi açık bir sosyal koruma ihtiyacı beyanı olarak görülebilir.

Sosyal koruma programları kırılganlık/savunmasızlık durumuna bir yanıt olarak oluşturulmaktadır. Sürekli dolaşım halindeki ve/veya çıktığı ülkedeki sosyal güvenliğe ilişkin haklarını kaybetmiş mülteci/göçmen nüfus göz önünde bulundurulduğunda sosyal koruma programlarının işe yaraması açısından tüm bu süreksizliğe ve değişkenliğe uyum sağlayabilen programlar şekillendirilmesi gerektiği açıktır. Bu bağlamda sosyal güvenlik mekanizmalarının kapsamının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Sosyal güvenlik sistemleri genelllikle ulusal sınırlar içinde ve formal çalışma ilişkisi üzerinden oluşturulmuş ve merkezi otorite tarafından idare edilen sistemlerdir. Sistemin finasman kaynağı ve hizmetlerin finanse edilme biçimi, kapsama alınan nüfusun temel nitelikleri ve hedefler yönünden sosyal güvenlik sistemi ve sosyal koruma anlayışı birbirinden oldukça farklıdır. 90lı yıllarla birlikte tüm ülkelerde sosyal güvenlik sistemleri (ve sağlık sistemleri) önemli dönüşümler geçirmiş ve toplumsal ihtiyaçlara yanıt üretme kapasitelerinde önemli düşüşler kaydedilmiştir. Bu gerilemenin bir sonucu olarak toplumun en alttaki kesimlerinin hayata tutunmalarını garantileyecek özel önlemler oluşturulması ihtiyacı belirginleşmiştir. Bu bağlamda sosyal koruma adı altında toplayabileceğimiz çeşitli uygulamalar ya mevcut sosyal güvenlik sistemlerini destekleyecek biçimde ya da tümüyle bu sistemden bağımsız biçimde hayata geçirilmiştir. Hizmet çeşitliliği, hizmetlerin finanse ediliş biçimi, finansmanın özneleri, hizmet sürekliliği, kapsama alınan nüfusa ilişkin göstergeler gibi başlıklar açısından sosyal koruma politikalarını ulusal siyasal otoritenin yanında ya da dışında başka aktörlerin ve belirleyenlerin devreye girdiği oldukça farklı bir model olarak tarif etmek mümkündür.

Türkiye’de Sosyal Koruma Uygulamaları:

Türkiye’de sosyal koruma asıl olarak 2006 yılında Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası adı altında sağlık ve sosyal güvenlik alanında gerçekleştirilen dönüşüm ile birlikte tartışılmaya başlanmış, sosyal hizmetler ve bazı vakıflar bünyesinde kırılgan, engelli ve kırsal nüfusa yönelik destek programları yaygınlaştırılmış ve 2011 yılından itibaren Suriye’den Türkiye’ye yoğun bir göçün başlamasıyla asıl olarak mülteci meselesi üzerinden gündemleşmiştir.

Mülteci statüsü yasal çalışma hakkı, örgütlenme hakkı, kamusal hizmetlere ve desteklere erişim hakkı açısından görece daha korunaklı bir statüdür. Ancak sığınmacılar açısından mülteci statüsü elde edinceye kadar geçen süreç oldukça uzun ve hakları kullanma açısından son derece sorunludur. Pratikte, bir sığınmacının mülteci statüsü elde etmesi için yıllarca beklemesi ve bu süreçte kendisine sağlanan son derece kısıtlı haklarla hayatta kalması gerekmektedir.

Pek çok devlet giderek daha yüksek oranda “seçici” bir göçmen politikası izlemektedir, bu politikalar uyarınca daha eğitimli, daha çok ihtiyaç duyulan alanlarda deneyimli mülteciler ve göçmenler kabul edilirken, daha az kalifiye ve daha az eğitimli olanlar düzensiz göçe zorlanmaktadır. Yasal olmayan yollardan göç sonucunda da çok sayıda kişi sınır dışı edilme riski tehdidi altında oldukça kötü koşullarda hayatta kalmaya ve para kazanmaya çalışmaktadır.

Türkiye’de 26 Temmuz 2018 itibariyle kayıtlı yani geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sayısı 3.539.664 kişidir. Geçici koruma kapsamındakiler de yasal statü açısından mülteci olarak kabul edilmemektedir. 210.177 Suriyeli geçici barınma merkezlerinde (kamplarda) yaşarken geçici koruma kapsamındaki diğer Suriyeliler kamp dışında yaşamaktadır. Türkiye’de 3.5 milyondan fazla Suriyeli, 169 bin Afgan vatandaşı, 143 bin Irak vatandaşı, 35 bin İran vatandaşı, 4 bin 800 Somali vatandaşı ve 10 bin diğer ülkelerin vatandaşları olmak üzere toplam 3.9 milyon mülteci bulunmaktadır. Ancak bu kişiler yasal olarak mülteci statüsünde değildir.

Ülke genelinde tüm POS makineleri ve ATM’lerde kullanılabilen Kızılay Kart, Türkiye’de yürürlükte olan ve mültecilere yönelik en geniş kapsamlı sosyal koruma mekanizmasıdır. Kızılay Kart geçici ya da Uluslararası Koruma altında ve İnsani ikamet kapsamında yaşamakta olan yabancılara yönelik nakit temelli yardım aracıdır. Mayıs 2018 itibariyle Sosyal Uyum Yardımından (SUY) 1.345.128 kişiye (yani 231.288 haneye) aylık 120 TL nakit dağıtılmaktadır. 28 Kasım 2016 tarihinde başlatılan koruma programı kapsamında banka hesaplarına şimdiye dek 1891.7 milyon TL nakit yüklenmiştir. Kamp içi destek programlarından da 141.014 kişi, şartlı eğitim yardımından da (ŞEY) 272.031 kişi yararlanmaktadır. Okula devam eden ilköğretim düzeyindeki kız öğrencilere iki ayda bir 40 TL, erkek öğrencilere de 35 TL ödenmektedir. Lise düzeyinde de kız öğrencilere 60 TL, erkek öğrencilere 50 TL ödenmektedir. ŞEY Programı kapsamında 2018 yılı Mayıs ayı itibariyle altı ödeme döneminde yapılan toplam ödeme tutarı 121.782.030 TL’dir.

Yerlerinden edilmiş, ihtiyaç sahibi pek çok insana birey bazlı koruma yardımı da sağlanmaktadır. Çoğunlukla kronik hastalıktan, engelliler için materyal ihtiyacından, yetersiz beslenmenin neden olduğu gelişim bozukluğundan dolayı sıkıntılar yaşayan ailelerin/bireylerin ihtiyaçları tespit edilmekte ve bu kişilere gerekli yardımlar sağlanmaktadır. Pek çok sivil oplum örgütü, uluslararası organizasyonlar ve kamu kurumları aracılığıyla mülteci nüfusa psikososyal destek, sağlık hizmeti, eğitim hizmeti, sosyal hizmetler, mesleki eğitim ve yasal istihdam yaratma gibi başlıklarda destek sunulmaktadır. Bu hizmetlerin finansmanı ağırlıklı olarak uluslararası organizasyonlar tarafından sağlanmakta ve desteklerden belirli süreler boyunca belirli kriterleri taşıyan kişiler faydalandırılmaktadır. Bu bakımdan sosyal güvenlik sistemlerinin çalışma mantığı ile en kırılgan nüfusa yönelik sosyal koruma ve destek programlarının işleyiş biçimi arasında oldukça önemli farklılıklar bulunmaktadır. Sosyal korumayı toplumsal risk yönetimi anlayışı doğrultusunda oluşturulan destekler yelpazesi şeklinde tanımlayabiliriz.

Sosyal korumaya dair pek çok program çoğunlukla informal alana yöneliktir ve asıl olarak formal devlet desteğinden mahrum bırakılan kesimlerin desteklenmesi hedeflenmektedir. Mülteciler bağlamında, sosyal koruma programlarının ve yasal olmasa da çalışma imkanının varlığı bir yerden başka bir yere hareket ederken verilen kararlar açısından uzun dönemde belirleyici bir faktör olmaktadır. Zorla yerinden edilmiş topluluklar, göçmen işçiler, sığınmacılar ve en yoksul kesimler genel olarak sosyal güvenlik kapsamında olmadıklarından bu kesimler açısından koruma programları hayati önem taşımaktadır. Ulusal sınırlarla çerçevelenmemiş, formel iş bağı bulunanların dışındakileri de kapsayan ve hak temelli sosyal güvenlik anlayışının oluşturulabimesi için yasal statülerin (vatandaşlık, mültecilik vb.) yarattığı hiyerarşi ve sosyal politikaların belirlenmesinde ulusal sınırların belirleyiciliği öncelikli sorunlar olarak gündemleştirilmelidir.

 

Söyleşi: Biyopolitik Bağlamda Mülteci Hakları ve Türkiye’de Mültecilerin Durumu

Söyleşi

Oldukça faydalı ve ufuk açıcı bir etkinliği geride bıraktık. Katılan ve katkı sunan herkese teşekkür ederiz.